17 Haziran 2009 Çarşamba
Yenilik
Uzun zamandır blogmun templateni değiştirmek istiyordum. O arada ismini de tabi. Her ne kadar arada bir yazıyor olsam da eski blogum emanet gibi duruyordu. Eskisini unutabilirsiniz. Çünkü artık bir maruzatım var :)
12 Haziran 2009 Cuma
The Reader
Finaller öncesi çalışmamak için elimden geleni yapıyorum bu aralar. Kendimi film izlemeye verdim resmen. Dün akşamda The Reader'ı izledim.
Filmin konusunun ne olduğunu açıkçası pek çözemedim. 15 yaşında bir erkekle aşk yaşayan bir kadının mı, Nazi döneminde SS subayı olan bir kadının yargılanması mı, yoksa okumayı bilmediğini yıllarca saklayıp, başkalarının ona okuduğu kitapları dinlemekten mutlu olan, sonunda okumayı geçde olsa öğrenen bir kadının hikayesi mi?
Bana göre sonuncusu. Ama film bunu bile tam olarak vurgulayamıyor. Kate Winslet'ın oynadığı Hanna Schmitz, yanlış kararlar vermiş, yanlış işler yapmış ve bunun bedelinide kendisi yargılanana kadar başkaları ödemiş. Ancak Hanna Schmitz'in neden bunları yapmış olabileceğine dair en ufak bir ayrıntı yok. Ben neden-sonuç ilişikisi ararım pek çok olayda ancak film bunu hiç bir şekilde bana sunmuyor.
Filmde beni rahatsız eden bir noktada da, Michae'ın Nazi kampında sağ çıkan kadınla görüşmeye gittiğinde yapmış olduğu diyalog. Filmin senaryosunu bana göre dibe vurduran bir noktası var. İçi bu kadar boş, ruhsuz ve yapmacık bir diyalog olamaz.
Bir başka unsur da, küvetin metaforik bir anlamı olması. Sanırım ruhlarını da aynı zamanda temizliyorlardı ama, tam olarak bu mu karar veremedim.
Filme genel olarak baktığımda beni rahatsız eden noktalarda olsa genel olarak iyi. Kate Winslet'ın oyunculuğuna diyecek yok zaten. Konu biraz aceleye gelmiş gibi geldi bana. Ama yine de izlenmeli.
Biterken Çalan:(Simon&Garfunkel - Sound Of Silence)
Filmin konusunun ne olduğunu açıkçası pek çözemedim. 15 yaşında bir erkekle aşk yaşayan bir kadının mı, Nazi döneminde SS subayı olan bir kadının yargılanması mı, yoksa okumayı bilmediğini yıllarca saklayıp, başkalarının ona okuduğu kitapları dinlemekten mutlu olan, sonunda okumayı geçde olsa öğrenen bir kadının hikayesi mi?
Bana göre sonuncusu. Ama film bunu bile tam olarak vurgulayamıyor. Kate Winslet'ın oynadığı Hanna Schmitz, yanlış kararlar vermiş, yanlış işler yapmış ve bunun bedelinide kendisi yargılanana kadar başkaları ödemiş. Ancak Hanna Schmitz'in neden bunları yapmış olabileceğine dair en ufak bir ayrıntı yok. Ben neden-sonuç ilişikisi ararım pek çok olayda ancak film bunu hiç bir şekilde bana sunmuyor.
Filmde beni rahatsız eden bir noktada da, Michae'ın Nazi kampında sağ çıkan kadınla görüşmeye gittiğinde yapmış olduğu diyalog. Filmin senaryosunu bana göre dibe vurduran bir noktası var. İçi bu kadar boş, ruhsuz ve yapmacık bir diyalog olamaz.
Bir başka unsur da, küvetin metaforik bir anlamı olması. Sanırım ruhlarını da aynı zamanda temizliyorlardı ama, tam olarak bu mu karar veremedim.
Filme genel olarak baktığımda beni rahatsız eden noktalarda olsa genel olarak iyi. Kate Winslet'ın oyunculuğuna diyecek yok zaten. Konu biraz aceleye gelmiş gibi geldi bana. Ama yine de izlenmeli.
Biterken Çalan:(Simon&Garfunkel - Sound Of Silence)
8 Haziran 2009 Pazartesi
Dikkat: Yüksek Gerilim Hattı
25 Mayıs 2009 Pazartesi
Little Miss Sunshine
Başarılı olmaya ve kazanmaya kafayı takmış bir baba, aileyi bir arada tutmaya çalışan bir anne, güzellik yarışmasın hazırlanan 7 yaşında bir kız, pilot okulunu kazanana kadar konuşmamaya yeminli bir abi, intihara eyilimi olan eşcinsel bir dayı ve uyuşturucu bağımlısı olan edepsiz bir dededen oluşan bir ailenin nasıl olabileceğini merak ediyor musunuz?
Tüm bunların bir arada olduğu, Amerikan aile yapısına yer yer eleştiren, yer yer izleyiciyi güldüren bir kara mizah filmi Little Miss Sunshine.
Biraz da yol filmini andırıyor. Çok bir şey beklenmemeli bu filmden. Ama boş bir vaktiniz varsa, canınız biraz sıkkınsa, insanı yormayan, azıcık gülümseten bir film. Müzikleri müthiş bu arada.DeVOTCHKA adlı bir gruba ait müzikler. Internet sitesinden dinlenebiliyor.
Tüm bunların bir arada olduğu, Amerikan aile yapısına yer yer eleştiren, yer yer izleyiciyi güldüren bir kara mizah filmi Little Miss Sunshine.
Biraz da yol filmini andırıyor. Çok bir şey beklenmemeli bu filmden. Ama boş bir vaktiniz varsa, canınız biraz sıkkınsa, insanı yormayan, azıcık gülümseten bir film. Müzikleri müthiş bu arada.DeVOTCHKA adlı bir gruba ait müzikler. Internet sitesinden dinlenebiliyor.
8 Mayıs 2009 Cuma
Bir Düş Gerçek Oluyor
Geçenlerde arkadaşımla konuşuyordum. Bu sene acaba Leonard Cohen gelir mi diye. Hatırlarsanız geçen sene Ağustos ayında konser vermek için İstanbul'a geleceği söylenmişti. Ama sonradan iptal edildi. Para bile ayırmıştım ortada kalmiyim diye. Bu sene de gelmez ise yurtdışına falan mı gitsek diyorduk.
Ama benim yurtdışına gitmeme gerek kalmadı. Çünkü 5-6 Ağustos'ta Cemil Topuzlu'da asla unutamayacağım ve benim için çok özel şeyler ifade eden şarkılarını dinleyebileceğim bir konser verecek. Tabi bu arada konserin tekrardan iptal edilmemesini umuyorum.
Ama benim yurtdışına gitmeme gerek kalmadı. Çünkü 5-6 Ağustos'ta Cemil Topuzlu'da asla unutamayacağım ve benim için çok özel şeyler ifade eden şarkılarını dinleyebileceğim bir konser verecek. Tabi bu arada konserin tekrardan iptal edilmemesini umuyorum.
3 Mayıs 2009 Pazar
1 Mayıs 2009 Cuma
Deli Deli Olma
Dün çok içten, sıcacık bir film izledim. Deli Deli Olma... Başrol oyuncuları Tarık Akan ve Şerif Sezer. Film, Kars'ın bir köyünde piyano çalmak için yanıp tutuşan Elma adlı kız ile, bir Malakan olan Mişka (Tarık Akan) arasındaki ilişkiyi anlatıyor.
Mişka'nın babası Çarlık Dönemi'nde ailesi ve tabi piyanosuyla beraber Kars'a yerleşmiş. Mişka'nın piyanosu ve Rusya'da yaşayan kardeşinden başka kimsesi yok. Paskalya'da telefon eder diye onun için telefon bile bağlatmış.
Köylüler Mişka'yı Hıristiyan olduğu için yada "yabancı" olduğu için yargılamıyor. Ancak köyün en yaşlısı olan Popuç (Şerif Sezer) köylülerin ona yardım etmesini engelliyor. Ancak bunun aslı sebebini filmin ilerleyen bölümlerinde, Mişka ölüm döşeğindeyken anlıyoruz.
Köylüler her ne kadar yardım elini uzatmakta zorlansada, Popuç'un torunu Elma, Mişka'nın yanına gidip ona yardım ediyor. En sevdiği et olan kaz etini yemeğip onunla paylaşması, yemeğini yapması ve -benim için en hüzünlü olanı, Mişka'nın telefonun çalıp, onun yerine Elma'nın açması ve yanlış numara olduğunu anlayıp karşı tarafın telefonu kapaması ama Elma'nın Mişka'nın kardeşiymiş gibi telefonda konuşmaya devam etmesi beni gerçekten çok hüzünlendirdi.
Filmde drama ve komediye yer verilmiş. Ama bu ikili birbirlerinin üzerine çıkmadan, dozunda ve yerinde devam ettiğini düşünüyorum. Oyuncuların çoğu zaman şivelerini değiştirdiklerinden dolayı bazı şeyleri anlamakta zorlanıyor insan. Bir de film Kars karlı iken çekilmiş. Ancak benim izlediğim sinemada mı bir problem vardı, yoksa filmin görüntü kalitse mi kötüydü bilmiyorum ama güzel karlı görüntüleri soluk bir şekilde izlemek durumunda kaldım. Aynı şekilde iç mekan çekimleri de bu şekildeydi.
Oyunculuklara gelirsek, Elma'yı oynayan, Cemile Nihan Turhan köylü kızını oldukça iyi oynamış. Kuzeni olan Tavşan ise (isimlerin neden böyle seçildiğini ben de merak ediyorum), film deki en enteresan çocuk oyuncu idi. Benim bu yaşımda bile söylemeye çekineceğim küfürleri gayet rahat ve komik bir şekilde söyleyebiliyordu. Şerif Sezer'i ben ilk tv dizisi olan "Çemberimde Gül Oya"da izlemiştim. Orada, kocasının buyunduruğundan dışarı çıkamayan, okuma yazma bilmeyen ama daha sonra azim edererek okumayı söken, hatta para kazanıp evin geçimini bile sağlayan Urfa'lı bir kadını canlandırıyordu. Bana göre çok da başarılıydı. Gerçi o dizi başlı başına bir başarıydı ama neyse...
Veee Tarık Akan! Tarık Akan Türk sinemasının bana göre en ilginç oyuncularından beri. Eski Yeşilçam filmlerinde izlediğim Tarık Akan ile '80 sonrası izlediğim Tarık Akan gerçekten çok farklı. Ben o dönemlerde yaşamadığım için tam olarak bilemem ama Tarık Akan hakkında bir kronoloji yaptığımızda bana göre en verimli ve entellektüel olarak gelişim sağldığı dönemler '80 sonrasıdır. Bu filmde bile kendini yenilemekten geri çekmemiş. Filmdeki piyano sahnesinde piyanoyu bizzat kendisi çalımış ve söylemiş. Kendisi eğitim almamış olsa bile, oyunculuk eğitiminin gerekli olduğunu düşünebiliyor.
Bu arada Malakanlar üzerine birkaç site buldum bir bakın derim
http://malakan.blogcu.com/
http://www.molokane.org/places/Turkey/Kars/Karagoz/Who_are_Molokans.html
Birgün'de yayınlanan Tarık Akan ve Şerif Sezer'in röportajı için:
http://www.birgun.net/report_index.php?news_code=1239539987&year=2009&month=04&day=12
(Biterken Çalan: Pink Floyd - Your Possible Pasts)
Mişka'nın babası Çarlık Dönemi'nde ailesi ve tabi piyanosuyla beraber Kars'a yerleşmiş. Mişka'nın piyanosu ve Rusya'da yaşayan kardeşinden başka kimsesi yok. Paskalya'da telefon eder diye onun için telefon bile bağlatmış.
Köylüler Mişka'yı Hıristiyan olduğu için yada "yabancı" olduğu için yargılamıyor. Ancak köyün en yaşlısı olan Popuç (Şerif Sezer) köylülerin ona yardım etmesini engelliyor. Ancak bunun aslı sebebini filmin ilerleyen bölümlerinde, Mişka ölüm döşeğindeyken anlıyoruz.
Köylüler her ne kadar yardım elini uzatmakta zorlansada, Popuç'un torunu Elma, Mişka'nın yanına gidip ona yardım ediyor. En sevdiği et olan kaz etini yemeğip onunla paylaşması, yemeğini yapması ve -benim için en hüzünlü olanı, Mişka'nın telefonun çalıp, onun yerine Elma'nın açması ve yanlış numara olduğunu anlayıp karşı tarafın telefonu kapaması ama Elma'nın Mişka'nın kardeşiymiş gibi telefonda konuşmaya devam etmesi beni gerçekten çok hüzünlendirdi.
Filmde drama ve komediye yer verilmiş. Ama bu ikili birbirlerinin üzerine çıkmadan, dozunda ve yerinde devam ettiğini düşünüyorum. Oyuncuların çoğu zaman şivelerini değiştirdiklerinden dolayı bazı şeyleri anlamakta zorlanıyor insan. Bir de film Kars karlı iken çekilmiş. Ancak benim izlediğim sinemada mı bir problem vardı, yoksa filmin görüntü kalitse mi kötüydü bilmiyorum ama güzel karlı görüntüleri soluk bir şekilde izlemek durumunda kaldım. Aynı şekilde iç mekan çekimleri de bu şekildeydi.
Oyunculuklara gelirsek, Elma'yı oynayan, Cemile Nihan Turhan köylü kızını oldukça iyi oynamış. Kuzeni olan Tavşan ise (isimlerin neden böyle seçildiğini ben de merak ediyorum), film deki en enteresan çocuk oyuncu idi. Benim bu yaşımda bile söylemeye çekineceğim küfürleri gayet rahat ve komik bir şekilde söyleyebiliyordu. Şerif Sezer'i ben ilk tv dizisi olan "Çemberimde Gül Oya"da izlemiştim. Orada, kocasının buyunduruğundan dışarı çıkamayan, okuma yazma bilmeyen ama daha sonra azim edererek okumayı söken, hatta para kazanıp evin geçimini bile sağlayan Urfa'lı bir kadını canlandırıyordu. Bana göre çok da başarılıydı. Gerçi o dizi başlı başına bir başarıydı ama neyse...
Veee Tarık Akan! Tarık Akan Türk sinemasının bana göre en ilginç oyuncularından beri. Eski Yeşilçam filmlerinde izlediğim Tarık Akan ile '80 sonrası izlediğim Tarık Akan gerçekten çok farklı. Ben o dönemlerde yaşamadığım için tam olarak bilemem ama Tarık Akan hakkında bir kronoloji yaptığımızda bana göre en verimli ve entellektüel olarak gelişim sağldığı dönemler '80 sonrasıdır. Bu filmde bile kendini yenilemekten geri çekmemiş. Filmdeki piyano sahnesinde piyanoyu bizzat kendisi çalımış ve söylemiş. Kendisi eğitim almamış olsa bile, oyunculuk eğitiminin gerekli olduğunu düşünebiliyor.
Bu arada Malakanlar üzerine birkaç site buldum bir bakın derim
http://malakan.blogcu.com/
http://www.molokane.org/places/Turkey/Kars/Karagoz/Who_are_Molokans.html
Birgün'de yayınlanan Tarık Akan ve Şerif Sezer'in röportajı için:
http://www.birgun.net/report_index.php?news_code=1239539987&year=2009&month=04&day=12
(Biterken Çalan: Pink Floyd - Your Possible Pasts)
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)