19 Şubat 2009 Perşembe

The Bridges Of Madison County


Dört gün içinde birine aşık olup, onunla her şeyi geride bırakıp, tüm dünyayı onunla gezmeye gider misiniz? The Bridges Of Madison County işte bunun hakkında bir film.

Aslında filmi basitçe açıklamak gerekirse, tüm hayatını eşine ve çocuklarına adamış, ama kendi için hiç bir şey yapamamış, artık kurduğu hayallleri bile hatırlayamayan Francesca ile National Geographic fotoğrafçısı olan, özgürlüğüne düşkün, Robert'ın "yasak aşk"ını anlatıyor.

Francesca Johnson (Meryl Steep) İkinci Dünya Savaşı'nda eşi orduda İtalya'dayken tanışır ve hayali olan Amerika'ya, Iowa'da bir çiftliğe yerleşir. Eşinin isteğiyle öğretmenliği bırakmış, çocuklarına kendini adamış ama onlardan çokda saygı görmeyen bir annedir. Eşi, aslında iyi biri ama Francesca başka şeyler istemektedir.

Robert Kincaid(Clint Eastwood), dünyanın pek çok yerine gitmiş, özgürlüğüne düşkün, bu yüzden de bir kere evlenip boşanmış biridir. Bir gün yolu Iowa'ya düşer ve Francesca'yla karşılaşır. Francesca'nın kocası ve çocukları bir yarışmaya katılmak üzere dört gün evde olmayacaklardır.

Francesca, Robert'ı ilk başlarda yargılar. Onun bu kadar özgür olmasını, insanları düşünmediğini yada onlara ihtiyaç duymuyomuş gibi algılar. Aslında Francesca uzun zaman önce hayalini kurduğu ama unuttuğu şeyleri Robert gerçekleştirmektedir. Bu durum Francesca'nın kendisiyle yüzleşmesini sağlar.

Dört gün boyunca dolu dizgin bir aşk yaşarlar. Ancak Robert'a bu yetmemektedir. Robert, Francesca'ya onunla gelmeyi teklif eder. Francesca önce kabul eder, ama daha sonra bunu çocuklarına ve eşine yapamayacağını söyler ve vazgeçer. Ama Robert kararıını belki değiştirir diye bir kaç gün daha şehir de kalmaya karar verir.

Ancak çocuklar ve eşi eve geldikten sonra her şeye kaldığı yerden devam eder Francesca. Yaşadığı dört gün onun küçük sırırı olmaktan öteye gidemez.

Bence filmin en can alıcı noktası ise, kasabada Robert'la gözgöze gelmesi, ve daha sonra eşinin arabayı kullanırken ışıklarda arka arkaya gelmeleri ve Robert'ın o sırada Francesca'nın ona verdiği haçı okşaması ve Francesca'nın kapı kolunu tutmasına rağmen onu açıp açmamakta kararsız kalması....

Filmi izlerken insan kendini de sorgulamaya başlıyor. Bir kadın anne olunca yada evlenince onun hayatı sona mı eriyor? Tüm hayatı çocukları ve eşi mi oluyor? Evli bir kadının nereye kadar kendi hayatı olabiliyor? En önemlisi siz herşeyi geride bırakıp, dört günlük aşkınızla gider misiniz?

Bence bir kadının böyle bişey yapabilmesi için gerçekten çok çaresiz yada aptal olması gerekir. Çaresiz kalmak bazen insana gerçekten "aptalca" şeyler yaptırabiliyor. Dolayısıyla aslında çaresizlik ve aptallık belkide birbiriyle iç içe olan şeylerdir diyebiliriz.

Her şey bir yana Clint Eastwood gerçekten iyi bir oyuncu ve yönetmen. Aslında Clint Eastwood gibi bir adam gelip kapınızı çalsa, hangi kadın onu rededebilirki?:)

(Biterken Çalan: Pink Floyd - Comfortably Numb)

Hiç yorum yok: