Dün Semih Kaplanoğlu'nun son filmi olan "Süt"ü izledim. Filmi anlatmadan önce bişeyden bahsetmek istiyorum. Malum dün perşembeydi ve gencturcell anlatlaşmalı Kadıköy Sineması'na gittik. Kadıköy Sineması'n da perşembe günleri aynı zamanda halk günüymüş ve öğrenci bileti üzerinden bilet kesildi bize üstelikte 19.15 matinesine! Kısaca 2 kişi 8 TL ye film izledik. Taksim'deki Alkazar Sineması tam bilet üzerinden bilet kesmişti ve gençturcell üyelerine halk günü indirimi uygulamadığını belirtmişti. Üstelikte KadıKöy Sineması gerçekten iyi bir salona sahip. Tabi klimaları açtıklarında:)
Filme gelirsek, ben "Yumurta" yı izlemedim dolayısıyla kıyaslama yapamayacağım bu konuda. Film, Tire'de annesiyle beraber yaşayan ve şair olma hayalleri kuran Yusuf'un (Bu arada iki hafta üstüste Yusuf isimli karakterler izledim. Kaybedenlerin adı hep Yusuf mu olur?) hayatını anlatıyor. Yusuf hem taşra yaşamına ayak uydurmaya çalışıyor, hem de ondan uzaklaşmaya. Uzaklaşma aracı olarakta şairlerin resimlerinin asılı olduğu odasına kapanıp, şiirlerini yazıyor.
Üniversiteyi kazanamadığı için askere çağrılıyor ancak bu da gerçekleşmiyor. Bu arada annesinin tren istasyonunda çalışan adamla ilişkisi olduğunu öğreniyor ancak bu durum ondan saklanıyor.
Filmi oldukça yavaş tempoda ilerliyor. Zaman zaman sıkıldığım oldu görsellik olarak çok fazla bir şey beklenmemli diye düşünüyorum.Bu arada filmde kitapçıda bir kızla tanışıyor Yusuf. Onunla daha sonra buluşmak üzere randevulaşıyorlar ancak bu olay gerçekleşiyor mu gerçekleşmiyor mu anlamadım. Olay orada yarım kaldı. Acaba, "Yumurta" filminde kız arkadaşı olan kişi mi diye düşündüm. Saadet Işıl Atasoy, "Yumurta" filminde başka birini canladırıyormuş. Biraz olay havada kaldı gibi geldi bana.
Son olarak filmle ilgili eleştiri ve yazılara bakarken aşağıdaki açıklama hoşuma gitti. (Uğur Vardan'nın Radikal'deki yazısından alıntıdır.)
"Öte yandan ‘Süt’, Kaplanoğlu’nun çeşitli söyleşilerinde vurguladığı gibi Tanzimat’tan bu yana kafası karışık aydın prototipinin orta yaşlılığından ergenliğine bizi taşırken, bu kafa karışmasının sosyolojik verilerini, bu hikâye etrafında bize sunma ve bir taşra delikanlısı üzerinden, yeniden tartışma ve sorgulama fırsatı doğuruyor. Ama bu zihinsel karmaşaya ‘Yumurta’ ya da ‘Süt’ ne derece derman olabilir, işte orası muamma. Çünkü, tıpkı Yusuf’un kendi dönemdaşlarıyla yaşadığı uyumsuzluklar gibi, günümüzün ‘erişkin’ Yusufları da, başka dertler ve tasalarla örülü bir hayatın (ya da Türkiye gündeminin) içinde, alabildiğine yalnızlar ve sığınacakları bir ana kucağı bile yok."
(Biterken Çalan: PJ Harvey - Kick It On The Ground)
Filme gelirsek, ben "Yumurta" yı izlemedim dolayısıyla kıyaslama yapamayacağım bu konuda. Film, Tire'de annesiyle beraber yaşayan ve şair olma hayalleri kuran Yusuf'un (Bu arada iki hafta üstüste Yusuf isimli karakterler izledim. Kaybedenlerin adı hep Yusuf mu olur?) hayatını anlatıyor. Yusuf hem taşra yaşamına ayak uydurmaya çalışıyor, hem de ondan uzaklaşmaya. Uzaklaşma aracı olarakta şairlerin resimlerinin asılı olduğu odasına kapanıp, şiirlerini yazıyor.
Üniversiteyi kazanamadığı için askere çağrılıyor ancak bu da gerçekleşmiyor. Bu arada annesinin tren istasyonunda çalışan adamla ilişkisi olduğunu öğreniyor ancak bu durum ondan saklanıyor.
Filmi oldukça yavaş tempoda ilerliyor. Zaman zaman sıkıldığım oldu görsellik olarak çok fazla bir şey beklenmemli diye düşünüyorum.Bu arada filmde kitapçıda bir kızla tanışıyor Yusuf. Onunla daha sonra buluşmak üzere randevulaşıyorlar ancak bu olay gerçekleşiyor mu gerçekleşmiyor mu anlamadım. Olay orada yarım kaldı. Acaba, "Yumurta" filminde kız arkadaşı olan kişi mi diye düşündüm. Saadet Işıl Atasoy, "Yumurta" filminde başka birini canladırıyormuş. Biraz olay havada kaldı gibi geldi bana.
Son olarak filmle ilgili eleştiri ve yazılara bakarken aşağıdaki açıklama hoşuma gitti. (Uğur Vardan'nın Radikal'deki yazısından alıntıdır.)
"Öte yandan ‘Süt’, Kaplanoğlu’nun çeşitli söyleşilerinde vurguladığı gibi Tanzimat’tan bu yana kafası karışık aydın prototipinin orta yaşlılığından ergenliğine bizi taşırken, bu kafa karışmasının sosyolojik verilerini, bu hikâye etrafında bize sunma ve bir taşra delikanlısı üzerinden, yeniden tartışma ve sorgulama fırsatı doğuruyor. Ama bu zihinsel karmaşaya ‘Yumurta’ ya da ‘Süt’ ne derece derman olabilir, işte orası muamma. Çünkü, tıpkı Yusuf’un kendi dönemdaşlarıyla yaşadığı uyumsuzluklar gibi, günümüzün ‘erişkin’ Yusufları da, başka dertler ve tasalarla örülü bir hayatın (ya da Türkiye gündeminin) içinde, alabildiğine yalnızlar ve sığınacakları bir ana kucağı bile yok."
(Biterken Çalan: PJ Harvey - Kick It On The Ground)
5 yorum:
bu aralar sanırım türk sineması Türkiye insanının sıradan ve sıkıcı aile yaşantısının yada kendi yaşantısı filmlerde göstermeye çalışıyor. Diğer bir taraftan bakınca bu filmlerde ortak nokta sıradanlığı yaratan baskıcı ve üzücü bir dış etkenin bulunması. Ne dersek diyebiliriz : darbe , aile fertlerinin kaybı , maddi kriz. bu tarz buhranlar sonunda insanı sıradanlığı yaşamaya zorluyor. Bir çeşit 80 cuntasının Türk Üniversitelerine ve eğitim sistemine dayattığı gibi.Bu sıradanlığı yaşamak insana bir huzur veriyor sanırım...
nasıl bir huzur veriyor? biraz daha açar mısın?
Durağan filmler izlemek sıkıyor beni. Kafam almıyor galiba :) Meleğin düşüşü ve yumurtayı zor izledim.
kafa almamak demeyelim buna bence. çünkü öyle olmadığını biliyorum:)
yumurtayı izlemedim ama çok sıkıcı olduğunu duydum.bu film yumurtaya göre daha iyimiş. ama benimde çok fazla bu tarz filmleri izlerken sinemadan çıkıp gittiğim oldu
huzurdan kasıt. İnsanların yaşadığı zorluklar sonrası bir sıradanlık arayışı hakim. bu sıradanlık normal bir insan için sıkıcıysa , zorluklar yaşayan ve buhran geçiren insanlar içinde bir o kadar rahatlatıcı.bu filmlerde bence bunu yansıtmak istemişler.sıkıcılığın huzuru.
Yorum Gönder